Sanatsal yolculuğunuzdan bahsederek başlayalım. Moda endüstrisinde 14 yıllık deneyime sahip bir kostüm tasarımcısı ve sanat yönetmenisiniz. Sanatçı olmak için size ne ilham verdi ve sanat yapmaya nasıl başladınız ya da bunu nasıl anladınız?
Buna Andy Warhol’ün bir sözüyle cevap vereyim. Hatta direkt kendi el yazısı ile…
Warhol’un dediği gibi. “Düşünmedim, yaptım. Birileri sanat olduğunu söylüyor. Onları durduramam.”
Yerel kültürünüz ve çevreniz sanatsal çalışmalarınızı nasıl etkiliyor? Sanatınızda kullandığınız malzeme ve teknikler bu etkileşim ağında bir yankı buluyor mu?
“İlham alma”nın bir yetenek olduğunu düşünüyorum. Bu becerinin en nadir bulunanı da bence insanın köklerinden ve lokal ortamından ilham alarak ondan güncel bir şey yaratabilmesi. Yeniden hayal ederken, kendinizden bir şeyler ekleyebiliyor ve bu sürecin sonunda bir wow efekti yakalayabiliyorsanız, sizde bu beceri var demektir. Bu beceri bende var ya da yoktur bilemem ama denemeye devam ediyorum. Bu denemelerimi de dijitalleşmeyle paralel yürütüyorum. Eski ile yeni çatışmasını izlemek yerine, birbirlerine karışmasını sağlamak, sevişmelerini izlemek hoşuma gidiyor.
Sanat ve moda tarihi, kostüm tasarımı, renk teorisi ve sinemasal stil alanlarında uzman oluşunuz ve lüks markalar, dergiler, tasarımcılar ve sanatçılar ile konsept, gerçekleştirme ve uygulama konusunda deneyime sahip oluşunuz sanatınızı nasıl etkiliyor. Yaratı ve ticari boyutu nasıl ayrıştırıyorsunuz ya da ayrıştırıyor musunuz?
Bunun için bir çaba sarf etmiyorum aslında. Kendi biricik hikâyelerimi oluşturmak için kolları sıvadığımda, sektörel bir iş birliğinden, ticari kaygılardan otomatik sıyrılmış oluyorum. Beni büyüleyen her şey, tanıdığım ve hatta tanımadığım herkesi de büyülesin, içine çeksin istiyorum.
Mamut Limited’ta gördüğümüz işler Palaces of Istanbul serisine ait. Yapay zekâ teknolojisi kullanarak makine-insan iletişimi ile insanların duygusal ve retro-fütüristik görüntüleri yarattığınız bu seri hakkında konuşmak istiyorum. Hikâyesi nedir bu seri nasıl başladı?
Herkes gibi İstanbul’un büyüsüne kapılanlardanım. Güncel haline değil belki… Ama üzerine katran dökülmüş bu hali bile, beni her seferinde şaşırtabiliyor. Bolca yürüyorum İstanbul’da. Bir turist gibi de tekrar tekrar sarayları ve tarihi mekanları geziyorum. Palaces of Istanbul, bu gezilerden birinde, içinde Coca-Cola buzdolabı ve plastik sandalyeler gördüğüm bir saray ziyaretinde aklıma düştü. Bundan 160 yıl önce bir Osmanlı Prensesi için yapılan bu sarayın içindeyken, dönemin yaşantısını, konuklarını, yedikleri uzun akşam yemeklerini hayal ederken buldum kendimi. İçeriye yaptıkları bu zevksiz yenilikleri; tarihini, güzelliğini ve şaşalı dönemlerini düşünerek göz ardı etmeye çalıştığım anlardan sonra ortaya bu seri çıktı. Yani aslında, bir meşrubat dolabı ve bir düzine plastik sandalyeden sebep…
Sorunuzda “duygusal” olarak tanımlıyorsunuz ancak bu doğru bir tanım mı emin değilim. Ben duygusal insanlar yaratmıyorum, “makine-insan iletişimiyle gerçek duygulara dokunabilen görseller” yaratıyorum.
Sizin için başarılı bir yapıt üretmek kişisel tatminle mi yoksa sanat dünyasından takdir görmekle mi ilgilidir?
İkisi de değil. Ben işlerimi “makine-insan iletişimiyle gerçek duygulara dokunabilen görseller” olarak tanımlıyorum. Benimle aynı hissi yakalayabilen, benim içimde bir şeyler uyandıran her şeyin, başkasında da aynı etkiyi yarattığını görmek benim başarı tanımım. Sosyal olarak oldukça kapalı biriyim. İşlerimi bir “paylaşım oyunu”na çevirerek insanlarla daha derin bir iletişim kurduğuma inanıyorum.
İstediğiniz sonuçları elde etmek için fotoğrafçılığın sanatsal ve teknik yönlerini nasıl dengeliyorsunuz?
Sanırım sektörel tecrübem burada devreye giriyor. Çünkü bu benim için uzun uzun düşünülmesi ve ayrışması gereken bir konu değil. Bu düşünce benim bir kasıma dönüşmüş gibi. Düşünmeden kullandığım bir refleks.