BARTU KAAN X ART UNLIMITED

2022 yazında tüm bu bunalıma bir son vermeye, hayatta yapmaktan en keyif aldığım şeyi yapmaya karar verdim. İki kamera ve film dolu çantamla İspanya-Fransa sınırındaki İrún’a vardım. Hedefim Camino del Norte’yi baştan sona yürüyüp İspanya’nın kuzeyini geçip Santiago’ya ulaşmak, oradan da Fisterra’ya ulaşıp bir sigara yakmaktı. (Gülüyor.) İki hafta boyunca günde ortalama 30 kilometre yürüdüm. Müthiş̧ insanlarla tanıştım, bir ton soru sordum, bir o kadar da cevapladım.

Bir tür kendine dönme ritüeli…

 

Sanatsal yolculuğunuzdan bahsederek başlayalım. Babanızın radyoloji bölümünde teknisyen olduğunu ve çocukken hastanede ona eşlik ettiğiniz zamanlarda karanlık odasındaki röntgenlerin fotoğrafçılıkla ilgili en eski anılarınız olduğunu söylüyorsunuz. Sanatçı olmak için size ne ilham verdi ve sanat yapmaya nasıl başladınız, bunu nasıl anladınız?
Evet, ebeveynlerimin mesleğinden dolayı hastanede büyüdüm. Bazı günler okul sonrası babamın yanına gider röntgen filmlerini birlikte yıkardık. Direkt olarak fotoğraf ile ilintili olmasa da oradaki kimyasalların kokusu, filmlerin yoktan var olma sürecindeki gizem içime bir tohum attı diye düşünüyorum. Daha sonra ergenlik sürecimde bu tohum başka bir analog kamerayla yeşermeye başladı. Kuzey ülkelerine karşı gelişen ilgim sırasında yanımda götürdüğüm analog kameramla çektiğim fotoğrafları yıkadıktan sonra bunların sadece gezi fotoğrafı olmadığını, içlerinde bir derinlik, dinginlik olduğunu ve bunun üzerine gitmem gerektiğini fark ettim. Tam bu noktada yollarımız Cemre’yle (Yeşil) kesişti. Görsellerin kendimi ifade edebileceğim kelimelere dönüşmesinde bana çok yardımcı oldu.


Yerel kültürünüz ve çevreniz sanatsal çalışmalarınızı nasıl etkiliyor? Sanatınızda kullandığınız malzeme ve teknikler bu etkileşim ağında bir yankı buluyor mu?
Son iki senedir Belçika’da yaşıyorum. Buradaki kültürü üretimimi destekleyecek şekilde tanıdığımı düşünmüyorum. Çevre olarak her ne kadar -son dönemde değişimler olsa da- henüz destek hissettiğimi söyleyemem. Avrupa dışından gelen bir insan olarak ana derdim geçinmek ve hayatta kalmak oluyor. Bir de üzerine sanat yapmaya çalışmak gerçekten kolay değil. Fakat bunun bir de pozitif bir yanı var, ara ara kaybolmuş̧ hissettiğimde kendime niçin burada olduğumu soruyorum, cevap üretmeye karşı motivasyonum artıyor.

Üretmeyi sevdiğim alanlar renkli, geniş̧, dingin alanlar. Yaşadığım yer bunun tam tersi. Bununla baş edebilmek için geçen sene biraz tarzımı değiştirmeyi denedim, siyah beyaz, snap shot’lar üzerine çalıştım. Farklı bir derinlik kattığını düşünüyorum ama serilerimin içine uygulayabilir miyim, henüz karar vermedim.

 

İzlediğiniz Heima adlı belgesel sizde kuzey ülkelerine karşı büyük bir merak uyandırmış̧. İzlanda, Faroe Adaları, Norveç̧ ve Danimarka gibi kuzey ülkelerine seyahatlerinizin ardından çektiğiniz fotoğrafların sadece görsel değil kendinizi ifade edişler olduğunu söylüyorsunuz. Bu ifadeler neler? Sigur Rós yapımı bu eşsiz belgesel Heima’nın sizde olan etkilerinden ve dünyaya söylemeye çalıştıklarınızdan, sizi kuzey ülkelerine çeken şeylerden bahseder misiniz?
Heima’yı 2013-2014 civarında izlemiş ve izler izlemez hem Sigur Rós’un hem de İzlanda’nın büyüsüne kapılmıştım. O dönem bugünkü gibi bilgi ve imaj yağmuruna maruz kalmıyordum/k. Dünyaca bilinen bir grubun İzlanda’nın küçük köylerinde çevirdikleri üç beş taşın etrafında ya da köy barlarında yerel insanlara konser vermeleri, yarattıkları o meditatif ortam, hislerimle çok uyuştu. Böyle bir şey varsa benim görmem gerekiyor, diye düşündüm ve kafelerde, barlarda çalışıp para biriktirmeye başladım. İstanbul’a dönüp fotoğrafları gördüğümde anladım ki bu benim meditasyonum biçimimdi, kendime dönme ritüelimdi.

 

Mamut Limited’ta gördüğümüz fotoğraflar never having both feet off the ground at once serisine ait. Hıristiyanların hac yolu olan Camino de Santiago’yu yürüyüp, 900 kilometre boyunca yasadıklarını/karşılaştıklarını belgelediğiniz bu seri hakkında konuşmak istiyorum.
Sabaha kadar konuşabiliriz. (Gülüyor.) Anlatacak o kadar çok şey var ki… 2015 yılında İstanbul’da çalıştığım kafede bir arkadaşım izlediği filmden bahsetmişti. Filmde iki arkadaş̧, sigarayı bırakma motivasyonuyla bir yol yürüyordu, bütün yol sigara içmeyip yolun bittiği yerde okyanusa bakıp birer sigara yakıyorlardı, en azından aklımda kaldığı kadarıyla. Camino’yu ilk o zaman duymuştum. Bey- nimde sürekli “Sigarayı bırakmak ile yol yürümenin ne alakası var?” sorusu döndü durdu. Bir motivasyon bulmak, bir şeyi bir şeye adamak, bir zorluğu başka bir zorlukla yenmek… Geçen süreç̧ içerisinde hayat karmaşıklaştı. Son dört senede iki kere ülke değiştirdim, iki farklı okulda sanat eğitimi aldım. Hem bürokratik süreçlerin hem de aldığım fotoğraf eğitiminin beni kendimden ve yapmak istediğim üretimden uzaklaştırdığını fark ettim. Demin de anlattığım gibi, 2022 yazında tüm bu bunalıma bir son vermeye, hayatta yapmaktan en keyif aldığım şeyi yapmaya karar verdim. İki kamera ve film dolu çantamla İspanya-Fransa sınırındaki İrún’a vardım. Hedefim Camino del Norte’yi baştan sona yürüyüp İspanya’nın kuzeyini geçip Santiago’ya ulaşmak, oradan da Fisterra’ya ulaşıp bir sigara yakmaktı. (Gülüyor.) İki hafta boyunca günde ortalama 30 kilometre yürüdüm. Müthiş̧ insanlarla tanıştım, bir ton soru sordum, bir o kadar da cevapladım. Tam yolu yarılamışken işten bir telefon aldım ve Belçika’ya dönmem gerekti. Büyük hayal kırıklığına uğradım önce, hep bir seferde bitirmeyi planlamıştım. Fakat geçen yaz yolu tamamlamak için geri döndüğümde kendime söylediğim ilk şey iyi ki tek seferde bitirmemişim oldu. Bir seri üzerine çalışırken bitti diye düşünmek ya da tek seferde bitirmeye çalışmak yerine; bir açık kapı bırakmanın, ara ara dönmenin ne kadar önemli olduğunu fark ettim. Geri döndüğümde hem ben değişmiştim hem de farklı bir Camino algım vardı. Yola çıkarken aklımdaki en temel soru “Hacılık (Pilgrimage) nedir? Neden bunu yapıyoruz?” idi. Tek seferde bitirseydim bu soruyu hazmedecek zamanım olmazdı. Klişe ama doğru, yol öyle veya böyle bir şeyler öğretiyor.

 

İşlerinizdeki sessizlik hissini sizin için yakalaması zor bir şey mi?
Hayır, çünkü bu aradığım bir şey değil, kendiliğinden ortaya çıkan bir sonuç̧. Benim dünyayı görme biçimim.

 

Sizin için başarılı bir yapıt üretmek kişisel tatminle mi yoksa sanat dünyasından takdir görmekle mi ilgilidir? Neden?

Sıkıcı bir cevap olarak ikisi de. (Gülüyor.) Analog fotoğrafın en sevdiğim yanlarından biri, çektiğim fotoğrafı o an görememek. Aradan bir süre geçiyor, yıkayıp taradıktan sonra gördüğümde “vay” dediğim, dolayısıyla kendimi başarılı hissettiğim oluyor. Fakat bunun yanında, üretimimle diyalog kurmak isteyen biriyim. Bu yüzden dış̧ dünyadan aldığım geri dönüşler de başarılı hissettiriyor. Ek olarak, yurt dışında “Sanatçı Statüsü” almayı araştırıyorum. Her ne kadar üretilen iş kişisel tatmin sağlasa da bu gibi durumlarda sanat dünyasının onayına ihtiyacın oluyor. İş satmak, edisyon çıkarmak, galeri tarafından temsil edilmek gibi. Başarıdan neyi kastettiğimizle alakalı sanırım.

 

İstediğiniz sonuçları elde etmek için fotoğrafçılığın sanatsal ve teknik yönlerini nasıl dengeliyorsunuz?
Dürüst olmak gerekirse teknik yönlere fazla takılmıyorum. Tabi ki temel bir fotoğraf bilgisi önemli fa- kat benim için kamerayla kurduğun ilişki daha önemli. Bir başka deyişle ne anlatmak istediğini bilmek ve bunun için doğru aparatı kullanmak. Herhangi bir ayarlama yapamadığın kullan-at kameralarla harika işler çıkarabilirsin ya da büyük format bir kamerayla tamamen teknik bir fotoğraf anlayışı üzerinden üretebilirsin.

s

Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labo.

No products in the cart.