CAN BÜYÜKKALKAN x ART UNLIMITED

A4 kâğıtlarla terasta kendime bir atölye yarattım, evdeki eşyaları değerlendirmeye başladım. Sabahın ilk ışıklarını çok seviyorum. Hiç işim olmamasına rağmen sabah beşe alarm kurup uyanarak fotoğraf çektiğim günler oldu. Bu bazen tuz, bazen makarna, bazen çizdiğim resimleri fotoğraflayarak farklı bir estetik katmak istedim. Pandemi süreci bana etrafımdaki objeleri farklı görmeyi öğretti.

 

Sanatsal yolculuğunuzdan bahsederek başlayalım. Lise çağlarının başında kameraman olan amcanızın önerisi sayesinde fotoğrafçılığa olan ilginizi fark ediyorsunuz. Profesyonel anlamda moda fotoğrafçılığı yaptığınız bir kariyeriniz de var. Sanatçı olmak sizde nasıl bir tanım buluyor? Üretimlerinizi ayırdığınız kriterleriniz var mı yoksa pratiğinizde her şeyi harmanlıyor musunuz?

Bence birilerine ilham kaynağı olabilen herkes sanatçıdır. Eğer ben de birilerine ilham kaynağı olabiliyorsam ne mutlu bana. Üretimlerimi ayırmıyorum, tam tersine ayni noktada buluşturmaya çalışıyorum.

 

Yerel kültürünüz ve çevreniz sanatsal çalışmalarınızı nasıl etkiliyor? Kullandığınız malzeme ve teknikler bu etkileşim ağında bir yankı buluyor mu?

Aslında her şey bu sayede oluştu diyebilirim. Ben doğma büyüme İzmirliyim. İstanbul’a taşındığım ilk günden beri bir şeyler eksik gibi geliyordu. O sıcak güneşli sahil hayatım kendini bulutlu ve kaos içinde bir şehirde bulmuştu bir anda. Zamanla fark ettim bunu ve kafamda İstanbul’u İzmirleştirmeye çalıştım. İstanbul’un palmiye ağaçları olan lokasyonlarını bulup oralarda vakit geçirmeye çalıştım, evimin bir bölümünü kaktüs cennetine çevirdim. Derken bu işlerime de yansımaya başladı. Şu anki tarzımı buna borçluyum diyebilirim. Moda çekimlerimde daha rahat bir şekilde görebilirsiniz, işlerim belli bir renk skalası arasında gidip gelir.

 

Mamut Limited’ta gördüğümüz fotoğraflar pandemi döneminde evde bir şey yaratamamaktan duyduğunuz sıkıntıdan ortaya çıkıyor. Her sabah günün ilk ışıklarıyla kalkıp yatağı stüdyoya çevirmek nasıl bir pratikti, size ve işlerinize neler kattı?

Ben pandemi öncesine kadar gecesi gündüzü olmadan çalışan bir karakterdim. Uzun yıllar hafta sonu tatili dahi yapmadan çalıştım. Pandemi benim için bir sınav oldu. İlk defa çalışmadan evde vakit geçirmem gerekiyordu. Birkaç günüm, senelerdir yaşadığım evime alışmakla geçti. Hiç değerini bilemediğim terasımın değerini anladım. Çok güneş alan bir evde oturmama rağmen bunu hiç değerlendiremediğimi fark ettim. Günün en güzel saatlerini ya ofiste karanlık bir odada retouch yaparak ya da kocaman bir stüdyo içerisinde çekim yaparak geçiriyordum. Herkes gibi ben de değişik hobiler edinmeye çalıştım. Çok başarılı olmadığımı bildiğim halde resim yaptım, müzik yaptım, farklı konularda eğitim videoları izledim ama yetmedi. Fotoğraf çekmek istiyordum fakat evde ne çekebilirim ki diye düşünmeye başladım daha sonrasında büyük objelerden kurtulup daha minimal bir şekilde ilerlemeye karar verdim. Gözümü minimal tarafta geliştirmeye başladım. A4 kâğıtlarla terasta kendime bir atölye yarattım, evdeki eşyaları değerlendirmeye başladım. Sabahın ilk ışıklarını çok seviyorum. Hiç işim olmamasına rağmen sabah beşe alarm kurup uyanarak fotoğraf çektiğim günler oldu. Bu bazen tuz, bazen makarna, bazen çizdiğim resimleri fotoğraflayarak farklı bir estetik katmak istedim. Pandemi süreci bana etrafımdaki objeleri farklı görmeyi öğretti.

 

Sergide işlerinize konu olan malzemelerden yola çıkarak soruyorum: Size göre basit olanın güçlü olmasının sebebi nedir?

Basit olanın güçlü olmasının tek sebebi aslında o kadar basit olmadığını karşı tarafın hissetmesidir.

 

Balıkların gözleriyle ilgili bir sorununuz olduğunu duydum, bunu bir de sizden dinleyebilir miyim? Balık fotoğraflamak sizin için neleri ifade ediyordu?

Pandemi sonrası yeni yeni yasaklar kalkıyordu ve sokaklar hala bomboştu. Yılbaşı gününün ertesi günü dışarı çıkıp dolaşmak istemiştim. Yolum galata köprüsüne düştü ve balıkçılar hâlâ oradaydı, ben de balıkçılarla sohbet edip tuttuğu balıkları incelemeye başladım. Birçoğu hala hayattaydı birçoğu çoktan hayatını kaybetmişti. O sırada balıkları fotoğraflamaya başladım küçücük kovaların içindeki hareketlerini yakalamaya çalışıyordum. Balıkçı adamın uyarısı sayesinde fark ettim ki neredeyse bir saattir aynı kovanın içine bakıp fotoğraflamaya devam ediyorum. Eve döndüğümde fotoğraflara bakarken göz kapaklarının olmaması dikkatimi çekti ve biraz bu konu üzerine araştırma yaptım. Meğer balıkların uyurken bile gözleri açık duruyormuş. Hayatlarını kaybettiklerinde gözlerindeki ışığın yok olduğunu fark edince fotoğraflarımda bir şekilde kadrajımdan çıkartmaya ya da gizleyerek kullanmayı tercih ettim.

 

Sizin için başarılı bir yapıt üretmek kişisel tatminle mi yoksa sanat dünyasından takdir görmekle mi ilgilidir? Neden?

Benim için kişisel tatminle ilgilidir. Kafamda kurduğum bir şeyi hayalimdeki gibi hayata geçirebilmişsem ve bunu sunabilecek cesareti bulabiliyorsam zaten bir şeyleri kendim için başarmışım demektir.

 

İstediğiniz sonuçları elde etmek için fotoğrafçılığın sanatsal ve teknik yönlerini nasıl dengeliyorsunuz?

Fotoğraf biraz resim yapmak gibi. Ben çocukluğumdan beri hayal gücü kuvvetli biri oldum. Bu sebepten dolayı mı bilemiyorum fakat bir fotoğraf yaratmadan önce günlerce o fotoğraf hakkında düşünüyorum. Aslında ilk başta o fotoğrafı aklımda çekiyorum daha sonra gerçek hayata geçiriyorum. Teknik de burada devreye giriyor.

s

Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labo.

No products in the cart.