Sanatsal yolculuğunuzdan bahsederek başlayalım. Lisans ve yüksek lisans eğitiminizi TU Wien’de Mimarlık Bölümünde tamamladınız ve İstanbul’da mimarlık alanında çalışıyorsunuz. Sanatçı olmak için size ne ilham verdi ve sanat yapmaya nasıl başladınız? Mimarlık ve sanatı aynı anda mı devam ettiriyorsunuz, pratiğiniz mesleğinizle nasıl birleşiyor?
Mimarlığı tercih etme sebeplerimin başında sanata ve geometriye olan hayranlığım geliyor. Çok küçük yaşlardan itibaren resim tutkum vardı. Mimarlık okurken de çizim yeteneğim ve tasarım gücüm daima avantaj sağladı. Viyana’da fırsat buldukça müzelere giderdim. Pieter Bruegel, Egon Schiele, Anton Peschka, Modigliani, Emil Nolde, Marc Chagall gibi farklı dönemlerden büyük ustaların resimleri önünde dakikalarca durup, nasıl da biricik olduklarını, “insanın bir resmin içine girme arzusu”nu derinden hissederdim. Resim yapmak varoluşsal bir ifade aracı benim için. Kendi bölümüm dışında sanat tarihi ve Angewandte Kunst’un derslerine katılırdım. Yüksek Lisans tez danışmanım Will Alsop da ressam ve mimardı. Müzik Enstrüman Müzesi konulu tezimde klasik Türk enstrümanlarının yeniden canlandırırken kullanılan minyatürlerden faydalandım. Araştırıp inceledikçe minyatürün büyüleyici dünyasında buldum kendimi. Renk, doku, form, kompozisyon bakımından primitifliğin verdiği tüm şiirselliğin kullanıldığı minyatürü öğrenme isteğim İstanbul’a döndüğümde gerçekleşti. Hafta sonu mimari ve kalem işi detaylarla süslü Hekimoğlu Alipaşa Külliyesi Kütüphanesi’nde minyatür kursuna başladım. Öyle büyük bir heyecan ve arzu duyuyordum ki, bazen yeni bir renk aldığımda eve varmadan metroda elimde deniyordum. Yaklaşık iki yıl sonra kurstan ayrılıp sanat pratiğimi bireysel devam ettirme kararı aldım. Hafta içi tam zamanlı mimarlık ofisinde çalıştığım için minyatürlerin tamamlanması daha uzun sürüyor, bu nedenle vaktimi daha verimli kullanmak zorundayım, her akşam mutlaka bir miktar çalışıyorum. Bazen zorlanmıyor değilim, mimarlık da adanmışlık gerektiren yorucu bir meslek ancak bu da beni besleyen konulardan bir tanesi. Sanatın ve mimarinin insan yaşamındaki iyileştirici yönüne inanıyorum, renkleri özgürce karıştırıp fırça ile tahrir çekerken arınmış, hafiflemiş hissediyorum.
Yerel kültürünüz ve çevreniz sanatsal çalışmalarınızı nasıl etkiliyor? Sanatınızda kullandığınız malzeme ve teknikler bu etkileşim ağında bir yankı buluyor mu?
Tarihçilere göre biz kendi medeniyetimizin yalnızca %3 ünü biliyoruz. Bilinen kısmı bile henüz dokunulmamış, okunmamış pek çok detaya sahip ve heyecan verici. Gördüğüm veya görmek istediğim, rüyalarımdaki mekânları kompozisyonlarımda yeniden canlandırmayı seviyorum. Mimari, sinema, edebiyat, müzik, tarihi ve toplumsal olaylar ilham kaynaklarımın başında yer alıyor. Bir film izlediğimde bazı sahneler uzun süre zihnimden silinmiyor, onları iki boyutlu bir sahnede sembolik bir yaklaşımla yeniden yorumlamanın yollarını deneyimliyorum. Her bir disiplin ve uygulama birbirinden çok farklı olduğu için kendi yalın, masalsı, gerçeküstü üslubumu geliştirmeye çalışıyorum.
Mimarlık mesleği gereği dijital ortamlarda tasarım süreçlerini deneyimledikten sonra bunun çok dışında kalan minyatür sanatının primitifliği ve naifliğini kullanarak yalın ve sembolik bir anlatım sunuyorsunuz. Sizi bu tezatlığa çeken şeylerden bahseder misiniz?
Teknoloji bize hız kazandırıp birçok alanda imkân sağladı ancak biraz da ilkelleştik. Tabiatı, insanın özünü anlamak yerine bize sunulan bir ekrandan izlemeye koyulduk. Resim yaparken eski bir sanat dalı olan minyatür ile uğraştıkça bir doğa bilimci gibi bitkilerin, hayvanların özellikleri hakkında bilgiler edinmeye ve daha dikkatli gözlemlemeye başladım. Çünkü bir şeyi resmetmeye çalıştığınızda onun daha önce hiç fark etmediğiniz detayları olduğunu görürsünüz.
Teknik olarak el çizimine yakın nitelikte çizim programları mevcut. Ancak ben her şeyden önce bir insan olarak eser üretiyorum ve yaklaşımımın, hislerimin unique olduğunu düşünüyorum ve dijital ile yarışmayı, resimde mükemmeliyetçi bir anlayışı benimsemiyorum. Elim titreyebilir, boyam bitebilir, fırçamın ucu deforme olabilir bunların tümü eserin yolculuğunun birer parçasıdır. Bazı işlerimde kedimin pati izi vardır, eser hafızasına anlam kattığını düşündüğüm için paspartuyu kullanmaya devam ederim.
Mamut Limited’ta gördüğümüz işler Beklentisiz Bekleyiş serisine ait. Bekleme anları üzerine yoğunlaşan bir seri görüyoruz ve her iş unique. Bu serinin hikayesini paylaşabilir misiniz?
Beklentisiz Bekleyiş ifadesi şair İsmet Özel’e ait, insan hayatında pek çok bekleyiş var. Kimi zaman kısa süreli kimi zaman uzun süreli bekleyişler. Ölüm de koca bir bekleyiş olarak düşünülebilir… Benim hayatımda ise hep bir şeyleri beklediğim bir yandan da “beklenti”mi azalttığım bir dönemdi. Bekleyiş anında mekânsal detaylara, iç mimari, dekoratif öğelere odaklanan bu serinin her bir portresinde geleneksel sanatlarımızdan birinden faydalandım. Çinicilik, Halıcılık, Kalemişi, Ahşap oymacılığı, Edirnekâri ve Taş oymacılığı başlıklarında izleyici ile buluştular. Bekleyiş anında tasvir edilen karakterlerden birincisi olan Edirne Muradiye Camii Çinileri’ni bir kafenin bordürü gibi betimledim. Öncekilerden farklı bir üslup geliştirilen mavi beyaz çinilerin bir kısmı ne yazık ki 2001 yılında tahrip edilerek çalınıyor. Bu üzücü durumu kaybolan parçaları beyaz bir boşluk olarak resmedip kültürel miras hafızamıza hatırlatıcı niteliğinde vurgu yapmak istedim. Elinde tuttuğu porselen fincanda soğuyan kahvesi, gözleri kapalı, uyur-uyanıklık arasında düşüncelere dalmış, asıl kurgunun beklenenin gelmesi değil bekleyiş anındaki mimari ve kavramsal detaylara odaklanmış bir kadın tasviri görüyoruz.
İşlerinizdeki naiflik hissi sizin için ne ifade ediyor?
Minyatürün bir hediyesi olmakla birlikte kendi karakterimin fırçama yansıması da olabilir. Her yönüyle detaylara önem veren, hassas, saklamayı seven bir yapım var bu naiflik hissi eserlerimde görülebiliyor.
Sizin için başarılı bir yapıt üretmek kişisel tatminle mi yoksa sanat dünyasından takdir görmekle mi ilgilidir? Neden?
Rollo May, Yaratma Cesareti’nde şöyle bahseder: “Resme temasımızla içimizde yeni bir görünüm zembereği boşanır; içimizde eşsiz bir şey doğar. Bu da yaratıcı kişinin resmini, müziğini ya da diğer yapıtlarını değerlendirmenin bizim açımızdan da yaratıcı bir edim olmasının nedenidir.” Sanat eserindeki başarı, yaratıcı edimin sürekliliğidir. Bir resmi tamamladıktan sonra kişisel bir tatmin duyarız ancak izleyici ile buluştuğunda yaratıcı edim devamlık gösterir.
İstediğiniz sonuçları elde etmek için minyatürün sanatsal ve teknik yönlerini nasıl dengeliyorsunuz?
Minyatür bir kitap resimleme sanatı olduğu için birden fazla olay ve karakter aynı sahnede canlandırılabilir, bunu yaparken gerçekçi olma kaygısı yoktur. Ölçek bakımından ifadeyi güçlü kılmak istediklerimi masalsı bir illüstrasyon gibi resmedebiliyorum. Bunun örneğini bulutların üstünde Kızılgerdan kuşu ile sohbet eden, kendisini bulunduğu çevreden soyutlamak isteyen bir kız çocuğu olarak tasvir ettiğim Duygusal Konuşma minyatürümde görebiliriz.
Sinema üzerine çalıştığım minyatürlerde ise yönetmenin her sahnede belirli renk ve ışığı kullanmasından esinlenerek, anlatımı yalın ve şiirsel kılmak adına o ana renklere sadık kalıyorum.