METİN ERTÜRK x ART UNLIMITED

Herkes çamurla üretim yapabilir, tornada kâse üretebilir ama bunu zanaat olarak nitelendirebilmek için süreklilik, temiz işçilik ve gelen talepleri karşılayabilecek bir deneyim olması gerekir. Bu da sadece zamanla olan bir şeydir. Çıraklık, kalfalık, ustalık gibi süreçler vardır. Her forma da sanat diyemeyiz. Belli bir fikir üzerinden yola çıkılması, o fikrin form ve teknik ile iyi yansıtılması önemlidir.

Sanatsal yolculuğunuzdan bahsederek başlayalım. Eğitiminizi seramik bölümünde tamamladıktan sonra, 2015 yılında Uşak Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümü’nden mezun oldunuz. 2013 yılında İngiltere’de Michel François Porselen atölyesinde çalıştınız ve atölye çömlekçiliği hakkında eğitim aldınız. Sanatçı olmak için size ne ilham verdi ve sanat yapmaya nasıl başladınız, bunu nasıl anladınız?

Meslek lisesinden doktoraya kadar tüm akademik kariyerim seramik üzerine oldu. Güzel sanatlar fakültesine başladığınız zaman bir yola giriyorsunuz ama ben sanat yapacağım veya sanatçı olacağım diye yola çıkmadım. Yol beni buraya getirdi. Ben sadece başıma gelen olayları, durumları ve kişileri, seramik yaparken öğrendiğim tekniklerle anlatmaya başladım. İlham nerden geliyor diye sorarsanız psikolojiden çok destek aldığımı söyleyebilirim. Rollo May’in dediği gibi psikoloji, yaratıcılığın üvey evladı olduğu da bir gerçek.

Yerel kültürünüz ve çevreniz sanatsal çalışmalarınızı nasıl etkiliyor? Sanatınızda kullandığınız malzeme ve teknikler bu etkileşim ağında bir yankı buluyor mu?

Kültür benim için önemli bir değer. Gittiğim ülkelerde hep kültürlerine odaklandım. Döndüğümde ise kendi kültürümle sentezledim, olmayanı sorguladım, olanı geliştirdim. Bir şeyi anlamak istiyorsanız gerçekten geçmişe bakmak size yol gösteriyor. Ben Eskişehirliyim yerel kültür ve Anadolu kültürü benim için önemli bir değer o yüzden malzeme olarak yerli çömlekçi çamurunu kullanıyorum. Kendimi de çömlekçi olarak nitelendiriyorum. Bu işin merkezindeki zanaatkârlığı yadsıyamam. Çalışmalarımın bu denli öne çıkıyor olmasının nedenlerinden birisi bu. Zanaatkâr olarak öğrendiğim her teknik, anlatmak istediğim konuyu daha kaliteli şekilde sunmamı sağlıyor. İngiltere’de atölye çömlekçiliğiyle tanışmam bu tavrımın en büyük sebeplerinden birisidir. Orada kazandığım bakış açısıyla şu an bu yorumlamaları yapabiliyorum.

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde çamur torna derslerini yürütüyorsunuz. Çamurla şekillenen formlarla zanaat mı ve sanat mı diyorsunuz? Akademik tarafınız ile sanatçı tarafınız arasında nasıl bir köprü kuruluyor?

Bu tamamıyla bir formu üretirken yola çıkışınızla alakalı bir şey. Çamurla şekillendirilen her şeye zanaat veya sanat diyemeyiz. Bir üretim diyebiliriz ama zanaat olabilmesi için o işte ustalaşmış olmanız gerekir. Üretim anında karşınıza çıkan sorunları çözebilme deneyiminiz, bilginiz olması gerekir. Herkes çamurla üretim yapabilir, tornada kâse üretebilir ama bunu zanaat olarak nitelendirebilmek için süreklilik, temiz işçilik ve gelen talepleri karşılayabilecek bir deneyim olması gerekir. Bu da sadece zamanla olan bir şeydir. Çıraklık, kalfalık, ustalık gibi süreçler vardır. Her forma da sanat diyemeyiz. Belli bir fikir üzerinden yola çıkılması, o fikrin form ve teknik ile iyi yansıtılması önemlidir. Bu noktada çamur torna ile şekillendirme yöntemine de dönüşüyor. Yani aynı formu el ile şekillendirme veya kalıp ile şekillendirme ile de yapabilirsiniz. Çamur tornanın aslında (ben çömlekçi çarkı veya çark demeyi daha çok seviyorum ama dilimiz çamur tornaya alışmış) kendine ait bir dili, bir hazzı var. Onu öğrendiğiniz zaman yapmak istediklerinizde onunla birlikte şekilleniyor zaten. Ben üniversiteye sadece genç kuşakla iletişim halinde olmak, bildiklerimi paylaşmak için gidiyorum onun dışında herhangi bir beklentim yok. Kişilik olarak akademiye çok uygun bir tipte değilim zaten. Ama fakültede hocalarımla sohbet etmek, öğrencilerle sohbet kafayı her zaman dinç tutuyor. Hâlâ öğrenmek için gidiyorum aslında. Doktora eğitimime devam ettiğim için ben de öğrenciyim yani.

Mamut Limited’ta gördüğümüz heykeller Darkness serisine ait. İçsel dünyamızdaki anlam veremediğimiz duygusal durumları ifade etmeyi amaçlayan bu seri Antik Yunan’dan esinlenen Terra Sigillata astarıyla yerel kültürü yeniden yorumluyor. Bu serinin hikayesini bize anlatır mısınız?

Darkness serisi Mamut Limited için özel ürettiğim bir seri. Sergi için görüştüğümüzde kendimle ilgili ilginç bir dönemden geçiyordum. Etrafımdaki insanların ve kendimin karanlık yönleriyle karşılaştığım bir süreçti. Uzun yıllardır Emptiness ismini verdiğim bir seri üzerine çalışıyordum. İçimizdeki anlam veremediğimiz boşluklara atıfta bulunuyordu. Formun her yeri kapalı ve içerdeki boşluğu kullanamıyorsunuz (ulaşamıyorsunuz). Bu formları farklı pişirim teknikleriyle işleyerek siyah yüzeyler oluşturdum. Bu insanların, çıkarları değiştiğinde veya kişilik bozukluklarıyla yüzleştiklerinde/yüzleşemediklerinde, kendilerine veya karşı tarafa yansıttığı karanlık tarafları gösteriyor. Bu yüzden serinin ismi de Darkness oldu.


Sizin için başarılı bir yapıt üretmek kişisel tatminle mi yoksa sanat dünyasından takdir görmekle mi ilgilidir? Neden?

Benim için kişisel tatmin her şeyden ve herkesten önce geliyor. Elbette sanat dünyasının takdiri insanın egosunu okşuyor hatta ünlenmek bile insanı başka bir üretim sürecine itebilir ama bana göre neyin sanat, kimin sanatçı olduğu zamana göre çok değişken o yüzden dışarıya göre üretim yapmak yerine içeriye üretim yapmak daha fazla haz veriyor.


İstediğiniz sonuçları elde etmek için fotoğrafçılığın sanatsal ve teknik yönlerini nasıl dengeliyorsunuz?

Çalışmalarımın fotoğraflarını çekerken hikâyesine uygun bir kare oluşturmaya çalışıyorum. Işığı, gölgeyi vurgulamak istediğim noktaya göre odaklıyorum. Bazen formları kullanarak bambaşka hikâyeler oluşturuyorum o zaman fotoğraf zaten başlı başına bir iş oluyor. Yaptığım form sadece fotoğrafın hikayesini destekleyen forma dönüşüyor.

s

Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labo.

No products in the cart.